Seçimlerde son bir haftaya girilmişken ortaya atılan hırsızlık, rüşvet, terör örgütleriyle iş birliği veya yabancıların desteğini almak gibi iddiaların, seçmen davranışına hiçbir etkisi olmayacağına dair görüşlere katılıyorum ama benim gerekçem farklı…
İddialar, bir hafta, on gün öncesinden değil, 21 yıldır gündemde ve 7’den 70’e hemen herkes, bunların büyük kısmının doğru olduğunu da biliyor. Öyleyse seçmen, neden doğruluğa, dürüstlüğe veya vatanseverliğe, milliyetçiliğe değil de her türlü kötülüğü içinde barındıran seçeneklere oy veriyor? Cevaplandırılması gereken soru budur…
***
“Siz ideal olandan bahsediyorsunuz… Öyle temiz bir kadroyu nereden bulacağız?” denilebilir ki bu da haklı bir sorudur. Fakat burada esas olan, kaynak suyu gibi arı duru bir kadro değil, siyasi kadroların kendi parti programına ve ideolojisine uygun hareket etmesidir! Kavramları, bizzat savunan siyasi kadrolar kirletmişse, orada hangi idealden bahsedebilirsiniz?
Doğruluk, dürüstlük, ahlâk, vatanseverlik ve milliyetçilik, hatta İslam gibi kavramların içi, bu kavramları savunanlar tarafından boşaltılmıştır. İçi boşaltılan son kavram İslam’dır! Öyle ki “Biz emirleri Allah’tan alıyoruz, karşı taraf ise Kandil’den” gibi tamamen din istismarına ve aldatmaya dayalı ifadeler bile kullanılabiliyor! Artık, hiçbir hukuk kuralı da tanınmıyor. Allah ile aldatmanın dinde de hukukta da yeri yoktur, hatta kanunlara göre bu yönteme başvurmak suçtur ama bunu soruşturabilecek bir adalet sistemi de kalmadı.
***
Sorun şu ki, inanca dönüşmüş fikirler karşısında hiçbir gerçeğin hükmü yoktur… “Hırsızlık kötüdür ama adam rejimi değiştirmek için yapıyor” inancına sahip bir kitleye, 21 yılda 418 milyar dolar tutan ihale komisyonlarının yurt dışına kaçırıldığını belgeleriyle ispat etseniz bile bunun bir önemi yoktur. Zira “kötülüğün fenomenolojisi” devrededir…
Bir köşe yazısında konuyu derinlemesine incelemek mümkün değildir ama Uruguay asıllı Fransız şair Comte de Lautreamont, bu durumu veciz bir sözle izah etmiştir:
“Yeterince hırsızlık yaparsan, çaldığın paralarla seni aziz ilan edecek bir kilise satın alabilirsin.”
Tabii bu sözü Türkiye’ye uyarlarsanız, mesela “Yeterince hırsızlık yaparsan, çaldığın paralarla seni Tanrı yerine koyacak bir din kurabilirsin.” diyebilirsiniz… Buradaki dinin yerine siyasi partiyi de koyabilirsiniz…
***
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü hocalarından Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman, 2019’da Malatya’da düzenlenen III. Sosyoloji ve Ekonomi Kongresinde, “Peter L. Berger’in İlahi Adalet Sorununa Yaklaşımı” adıyla sunduğu bildiride bakın neler söylemiş:
“İslam düşünürlerine göre kötülükler ‘genel bir iyilik ve hayrın kaynağı olan ilahi inayetin gerçekleşmesine katkı sağlayan etkin ve edilgin olanın etkileşiminde rol oynayan zıt unsurların karşılaşmasından kaynaklanmaktadır.’ İşi daha da ileriye götüren İbn-i Arabi ise özde kötü olan hiçbir şeyin bulunmadığını savunmuştur. Arabi, iyilik ve kötülüğün kişinin bunları nasıl anladığına ve bunları nasıl kullandığına göre değişebileceğini ileri sürer. Örneğin ona göre özünde iyi ve faydalı olan bal, alerjisi olan için son derece kötü bir gıdadır, hatta zararlıdır. Dolayısıyla iyilik varlıktan, kötülük de yokluktandır.”
***
Hırsızlığı bile savaş ganimeti olarak gören kültürel kodlara sahip insanlar da ülkenin soyulmasını “çalıyorlar ama çalışıyorlar” diye hoş görmüyor mu?
Milyonlarca insan, kendi ordusuna yabancı istihbarat desteğiyle topyekûn bir saldırı yapılmasını, bu sosyolojik tablo sebebiyle seyretti.
Türkiye, iktidarların yani doğrudan yönetenlerin kusurları hatta kasıtları yüzünden oluşan felaketleri bile “takdiri ilahi” diye karşılayan insanların ülkesidir!
Dolayısıyla önce halk kendini değiştirmeli ki, yönetenler de değişsin! O zaman kimse oy da çalamaz. 14 Mayıs’ta neyin değiştiğini neyin değişmediğini göreceğiz…